Giriş
İnsanoğlunun yeryüzüne indirilişinden bu zamana dek dünyayı, kendini ve Rabb'ini anlamlandırma çabasının bir sonucu olarak ortaya atılmıştır: "Ben kimim, Niçin varım?" soruları. Bu sualler modernite ile birlikte eskiye kıyasla hayatın merkezinden uzaklaşsa da, hâlâ güncelliğini korumaktadır. Güncelliğini korumaktadır çünkü henüz net ve ortak bir cevap verilememiştir bu sorulara. Zira bu soruların cevabı, "Kopernik Devrimi" gibi bir anlayışı yanlışlanabilir duruma getiren bir sürece dahil olmamıştır. Bu, bilimin açıklayamadığı hayat hakikatlerine götüren ilk kıvılcımlardır. MÖ 400'lü yıllarda Delphi Apollo tapınağının girişinde yazan yazı belki de insanlığın en önemli meselesi oldu(olmalıydı?): "Nosce Te İpsum". Yani, "Kendini tanı"...
Varoluş felsefesinin(existansialism) yolunu açan anahtar, bu cümle ile başlar. İnsan, varlığa yaklaşırken kendinden yola çıkar. Fakat bu, varlığın kendinden bağımsız değerlendirilemeyeceği tezini doğrulamaz. İslam geleneğinde "Önce kendini bil, sonra Rabb'ini" diye bir mefkure vardır. Bu bakımdan insan, varlık meselesine kendinden başlamalı lakin kendini merkezde konumlandırmamalıdır.
J.P. Sartre'nin de insanların gözünde varoluş felsefesinin kurucusu gibi bir izlenim uyandırmasında bu yaygın anlayışın aksine bir çıkarsamada bulunması yatar. Bu yazımda Sartre'nin "varoluş" meselesini nasıl ele aldığını anlatmaya çalışacağım.
Varoluş ve Öz
Varoluşun kaynağına inerken karşımıza neler çıkacağıyla ilgili edindiğimiz tavır bizim bir bakıma dünyaya nasıl baktığımızı da ortaya çıkarır. Varlığa yaklaşım bir medeniyetin nirengi noktasını oluşturduğu için varlıkla ilgili problemler genel problemlerin temelini oluşturmaktadır. Bu açıdan baktığımızda mesela Heidegger, Batı'nın son dönemde yanlış bir yaklaşımla varlığı ele aldığını ve bunun da bir medeniyet sorununun esas noktasını oluşturduğunu vurgular. Ona göre Batı'nın en önemli sorunu "ontolojik" meselelerde mündemiçtir.
J. P. Sartre varlık meselesini ele aldığı konferanslarla Batı'da büyük bir açılımın mimarı konumuna yükselir. De Gaulle, Sartre için "Sartre Fransa'dır" demesi boşuna değildir. Aslında bu söz Sartre'nin edebi yönünden öte varlık meselesine yeni bir bakış açısı getirmesinde manasını bulur.
Varlık anlayışını Tanrının yokluğu üzerine kuran Sartre, onu iki kategoriye ayırır. Bunlar kendi başına varlık (thing-in-itself) ve kendisi için(thing-for-itself) varlıktır. Kendi başına varlık, kendisi için varlıktan öncedir. (Magill, 1992: 84) Yani varoluş; özden önce gelir, Sartre'ye göre. Tabi burada dikkat edilmesi gereken nokta, Sartre’ye göre; yalnız insanda varoluş özden önce gelmektedir. Varoluşun özden önceliği ilkesi, temelini özgürlükte bulur. İnsan özgür olmasaydı varoluşu özden önce gelmezdi düşüncesi hakimdir, Sartre'de. Ona göre insan, kendi özgür eylemleri ile kendi özünü inşa eden bir varlıktır. Bir öze bağlı doğmak, bir belirlenmişlik içinde olmak onun özgürlük anlayışına karşıdır. Bu yüzden varoluş, özün oluşumu yönünde bir imkândır. Varoluş, özden önce gelir. İyi ama ne demektir bu? Şu demektir: İlkin insan vardır; yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra tanımlanıp belirlenir, özünü ortaya çıkarır ” (Sartre, 2005: 63). İnsan önce var olup sonradan kendisini yaratan tek varlıktır.(Peltek, 1954: 20–21). “Önce insan vardır, sonra şu veya bu adam” (Foulquie, 1967: 29).
Sartre'nin Özgürlük çerçevesinde "Tanrı" ve "Kader" meselelerine yaklaşımı
Sartre’nin varoluşun özden önceliği anlayışı, insanın bir öz ve doğa üzere dünyaya geldiği görüşünü tümüyle yadsır. Yazgı özgürlük olunca insan kendi hayatından tümüyle sorumludur, hiçbir mazerete sığınamaz. Özsüz, doğasız ve yazgısız kalan kişi ne olduğuna, kim olacağına, nereye gideceğine, kendisi karar vermek; böylece kendi varoluş değerini yaratmak zorundadır. Bu yaklaşım öncelik tercihi yapmakla kalmaz, yeni bir insan anlayışı da ortaya koyar. İnsanı kendi varoluşunun merkezinde kavramaya çalışır. Sartre, tam bir bağımsız olarak nitelendirmekte olduğu varoluşun tanımına ters düşen öz ve bunun temelinde yatan Tanrı fikrinin ortadan kaldırılmasının zorunluluk arz ettiğini söyler. İnsan Tanrı'ya başkaldırmalıdır. Şayet Tanrı varsa insanın özü de önceden var demektir. Sartre’ye göre insan, insanlığın bütün değerlerini kendisi yaratır ve bunu tek başına yapar. Daha net söyleyecek olursak, insan Tanrı tarafından belirlenmiş bir öze sahip olmadığından kendi özünü kendi yaratmak zorundadır. Bu da demektir ki insan, önce vardır sonra kendi istediği gibi olur. İnsanda bu kendini yaratma, özünü oluşturma gücünün olması içinse Tanrının kabul edilmemesi gerekmektedir. Bu noktada şunu söyleyebiliriz ki Sartre, varoluşçuluk anlayışını Tanrının yokluğu ile temellendirmektedir. Tanrı yoksa, Onun önceden tayin edeceği bir belirlenmişlik de yoktur insan için. Kader dediğimiz mefhumun olmadığı sonucuyla karşılaşırız burada. Tanrının olmaması varsayımında zaten doğal bir sonuç olarak kaderin de olmadığını kabul etmemiz gerekir. Sartre, "Varoluşçuluk" adlı eserinde bu bakış açısını Dostoyevski’nin şu öncüllerinden hareketle açıklar: “Dostoyevski, Tanrı olmasaydı her şey mübah olurdu, diye yazmıştı. Gerçekten de Tanrı yoksa her şey mübahtır, hiçbir şey yasak değildir. Bu demektir ki insan, kendi başına bırakılmıştır. Ne içinde dayanacak bir destek vardır, ne de dışında tutunacak bir dal. Artık hiçbir özür, dayanak bulamayacaktır yaptıklarına.(Sartre, 2005: 75). Sonuç Antik Yunan filozoflarından Protogaros'ın, " İnsan her şeyin ölçütüdür." aforizması birçok filozofun görüşünün temelini oluşturmuştur. Varlık felsefesinin tanrıtanımaz(ateist) kanadının temsilcisi olanlar insanı merkeze koyarak varlığı tamamen insan temelli ele alırlar. Hristiyan Teolojisinin de önemli isimlerinden olan Agustin, "Yapılacak eşyanın projesi onları yapan marangozun zihninde bulunduğu gibi, varlıklar var olmadan önce ilahi zekada bulunmaktadır." diyerek, Batı felsefesinde varlığa ilahi temelli yaklaşanları temsil eder. Fakat Heidegger ve Sartre gibi filozoflar bu düşüncenin tersi tarafındadırlar. Heidegger, "Eşya bizim tasavvurlarımızla münasebeti olmasaydı, eşya gerçekten var olamazdı." der. Sartre de aynı görüştedir. Ona göre, " Varlık, bizim tarafımızdan tanınmadan ibarettir." ve "Tanınmayanın varoluşundan bahsetmek saçmadır.". "Ben insanım" önermesini yaptığımızda "insan" ın özü, "ben"in ise varlığı karşıladığını biliyoruz. J. P. Sartre'ye göre varlık, özden önce gelmektedir. İnsan özünü kendi hür iradesiyle yaratmaktadır. İnsan bu sebeble özgürlüğe muhtaçtır, dünyaya fırlatılmış ve yapayalnızdır. Sartre'nin bu fikirleri bizi "Tanrı" nın olamayacağı ve önceden Tanrı tarafından bir belirlenmişlik durumunun-ki buna "kader" diyoruz.- mümkün olamayacağı sonucuna(Sarte'nin fikirlerini tasvip edersek) götürecektir.
Muhammed Yusuf KIRIKÇI Kaynakça:
●Sartre, J. P. (2005). Varoluşçuluk (çev. A. Bezirci). İstanbul: Say Yayınları. ●https://dergipark.org.tr/download/article-file/40591
●Bu Ülke-Cemil Meriç(Ötüken Yayınları)
●Varoluş felsefesi, Hareket felsefesi-Nurettin Topçu(Dergah Yayınları)
●Akarsu, B. (1998). Çağdaş Felsefe. İstanbul: İnkılap Kitabevi.
●Çağdaş Batı Düşüncesinden-Sezai Karakoç(Diriliş Yayınları)
Комментарии