Hayatın Sonunda Değil İçindedir Ölüm
- Enes
- 25 Haz 2020
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Kas 2023
İnsanın en büyük sorusu kendisidir demişler. Tüm hayat mücadelesini kişinin sorularla kuşatılmasına bağlayabiliriz. Bunu bir perde olarak da düşünebiliriz. İnsanın ötesini görmesini zorlaştıran, kendisini sıkan ve daraltan bir perde. Bu perdeyi sürekli olarak genişletmeye, şeffaflaştırmaya ve inceltmeye çalışması durumunu da insanın hayat gayesi/mücadelesi olarak düşünebiliriz. Tabi bu durum herkes için aynı şekilde tesir bulmaz. Kimisi perdenin kendisini kuşatmasına aldırış etmeyerek işi akışına bırakacaktır. Kimisi erteleyecek veya vazgeçecek. Belki bazısı kendince perde olacaktır. Bir kısım da var ki perdeyi yırtarak güneşin seyrine dalacaktır.
Hayatın anlamı üzerine çok şey söylenegelmiş ve birçok düşünce uykusuz gözlerden ve kırlaşan saçlardan dökülmüştür. Sadece birey cihetinde değil toplum ve medeniyet cihetinde de gözlediğimiz zaman farklılıklara şahit olabiliriz. Bizim anlayışımıza göre dünya kalınması gereken değil göçülmesi gereken yerdir. Kalmak zaten mümkün değildir. Buna rağmen/Bundan dolayı ortaya çıkar bütün evhamlarımız aslında. Kalınamayacak yerde kalabilmek çabası. Belki şu Batı’nın doğaya tahakküm ederek çeliklerden ve betonlardan kurduğu uygarlığı da bundandır. Ölümü bir son olarak düşünenden çıkıyor zulüm. Cahiliye devrinin ‘yiğitlik’ şiirleri besteleyen insanlarından Homeros’un destansı Achilleus’una kadar bütün ölümlü düşüncelerde dünyada nam salarak burada kalabilmek ve ismen ölümsüz olabilmek bu çarpık varoluş tasavvurunun bir tezahürü değil midir? ‘’Ölüm muhakkak ve ölüm mutlak tek kapısıdır ölümsüzlüğün’’ Diyor Erdem Bayazıt. Bizim ölüm tasavvurumuzu en kısa ve öz şekilde böyle açıklayabiliriz sanırım. Bir deyim vardır bizde: ‘’Ahirete doğmak’’ diye. Bu iki kelime dahi seküler düşünce yapısı ile bizim düşünce yapımız arasındaki ontolojik direklerin farklarını gözler önüne serebiliyor. Artık zihnimizden çizgi filmlerden arta kalan şu kurukafalı, siyah cübbeli ve tırpanlı ölüm meleği tasavvurunu silmemiz gerekmez mi? Dost’a dost olanlara Azrail(as)’den dost olmaz mı?
İnsanlıktaki birçok problemi ölüm cetveliyle inceleyerek zihnimizdeki tasavvuru düzeltebiliriz belki. Fânî olmayı beceremeyen insanın bâkî olabilme iddiası, ‘tanrısallaşma’ iddiası, dünyaya tahakküm ederek burayı mahluk eliyle ‘düzenlenmiş’ asıl bir yurda çevirme gayesi, birkaç volkanik taş için genç-yaşlı demeden kan imparatorluğu kurması, -kendisinden başka- Tanrı’nın varlığını iddia eden tüm dinlere ve öğretilere savaş açması vs. çoğunlukla bu ölüm=son düşüncesinden kaynaklanmaz mı? Peki fânî olabilmiş ve gittiği her yere aşk götürebilmiş bir medeniyetin tasavvuru da ölüm=başlangıç düşüncesinden kaynaklanmaz mı?
Ölüm her zaman kendisini insanlara sunarak hakikati haykırır. Bazen bu haykırışı idrak ederiz. Bazen sadece bir fısıltıdır. Çoğunlukla duymayız bile. Oysa hatırlamak için hastalıklara, yaralanmalara, ölümlere, savaşlara, virüslere, afetlere şahit olmak zorunda değiliz. An itibariyle aldığımız nefesi verememek ölümdür. Bize bu kadar yakınken biz neden bu kadar uzağız? Hayatın sonunda değil içindedir ölüm dedik. Fakat insan kaçabildiği kadar kaçmaya çalışır bu gerçekten. Hazlarına ve oyalanmalarına kaçar genellikle. Belki istatistiklere bakar da gençliğinin diriliğine sığınır. Fakat er ya da geç kaçınılmaz olan gelecektir. Her insanın genç öldüğü doğrudur. Hiçbir zaman tam manasıyla hazırlıklı olamayabiliriz. Fakat ölümün idrakine varabiliriz. Böylelikle fânî olup ‘’İnsan’’ sorusunun cevabını da bulabiliriz vesselam.
Comments