top of page

Fânî Beyitler

  • Yazarın fotoğrafı: Enes
    Enes
  • 10 Şub 2020
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 21 Kas 2023

''Kendini/Nefsini bilen Rabbini bilir'' sözünden ilk aklımıza gelebilecek şey faniliktir belki. Fani olduğunun idrakine varan kişi Bâkî olanı da tanır ve ''Ya Bâkî Ente'l-Bâkî'' sırrının -en azından- varlığından haberdar olur. Fanilik üzerine çok söz söylenmiştir. Zira Hz.İnsan'ı ve onun hayat gayesinin çerçevesini tanımlayan en güzel ve en temel vasıflardan birisidir bu. Lafı fazla dolandırmadan beyitlere geçelim o halde:

Sular hep aktı geçti kurudu vakti geçti

Nice han nice sultan tahtı bıraktı geçti

Dünya bir penceredir her gelen baktı geçti

(Yûnus)


Yûnus hazret ile başlayalım söze, hem adetimiz böyledir. Yûnus Emre'nin şiirlerinde ölüm ve dünyanın geçiciliği sıkça dile getirilir. Bu bir korku veya telaştan ziyade unutulanı hatırlatmaktır. Hani bir başka şiirinin girişinde ''Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi / Hele bana şöyle gelir şol göz açıp yitmiş gibi'' demişti Derviş Yûnus. Yel gibi geçer hayat. Dört unsur ile düşünelim bunu. Toprak/insan - Yel/hayat - Su/Rahmet - Ateş/Gaflet. Hayatta doğru yolu tutmamız suyun toprağa tenezzül etmesine benzer; rahmettir. Yanlış yolda olmak ateşin toprağı çatlatıp kurutarak toz etmesine benzer; azaptır. Hatta toprağın yel/rüzgar/hava ile de arası çok iyi olmamalıdır. Zira toprak rüzgarla bir araya gelirse toz duman olur; göz yaşartır.


Çarsû-yı dilde değmez mülk-i imkân bir pula

Genc-i Kârûn bir pula taht-ı Süleymân bir pula

(Yenişehirli Avnî)

(Gönlün çarşısında dünya malı bir pula değmez. Ne Kârûn'un hazineleri ne de Süleyman(as)'ın o meşhur tahtı bir pula değmez.)


İnsanoğlu açgözlüdür. Bu iki kelimeli iddia birçok kültür, gelenek ve tarihte bazı remizlerle karşılığını bulmuştur, dile getirilmiştir. Hazineler insana hep arzu edilir olmuştur. Can alınıp can verilmiştir birkaç gümüşten daha azı için. Peki bunların gerçekte karşılığı nedir? Dünyayı yurt edinmiş birine göre çok; dünyayı geçilmesi gereken bir berzah olarak görene hiç. Zira geçilmesi gerekiyorsa, bu hazineler yalnızca onu yavaşlatacak parlak taş parçalarıdır. Bu misal üzerine ''Fakirliğim iftiharımdır'' hadis-i şerîfini tefekkür etmek gerekir. Ayrıca Fuzûlî de ''Fakîr-i pâdişeh-âsâ gedâ-yı muhteşemem (Padişah misali bir fakir, muhteşem bir dilenciyim)'' demişti bir beytinde. Aşağıdaki Taşlıcalı Yahya'ya ait olan beyit de bu mülkün faniliğiyle ilgili müthiş bir numunedir.


Dünyâ fânîdür ey Yahyâ hüve'l-Hayyu hüve'l-Bâkî

Değişmem atlası çarhâ benim bir köhne şâlım var

(Taşlıcalı Yahyâ)

(Dünya fanidir ey Yahya Hayy (Diri) ve Bâkî (sonsuz) olan yalnızca O'dur. Üzerimdeki şu eski püskü hırkamı bütün alemi verseler değişmem)


İnsan tıpkı bu beyitte olduğu gibi fani olduğunu fark edince Bâkî olanın Kim olduğunu da idrak ediyor. Acziyetini idrak eden insan, O'nun Kudretini idrak edebilir. Peki dünya bu kadar kısa ise ne diye mülk için kendimi heba edeyim? Üzerimizdeki 'eski şal' neyimize yetmez? Zaruri ihtiyacımızı giderebilir o şal. Keyfi ihtiyaçlara hakkımız var tabi. Fakat bunun bir hesabı da olacaktır elbet. Şair belki de 'şalım bende kalsın dünya sizin olsun' derken bu hesap verme tedirginliğinden söylemiştir. Zaruri ihtiyaç olan şalın hesabı kolay verilse de koca dünyanın hesabını vermek herhalde bir dünya zaman gerektirir. Hz.Ömer'in hayatına gidilerek bu beyit çok daha güzel anlaşılabilir.


Berg ü bârından biz el çekdik bu fânî gülşenin

Mîve-i maksûd ister olsun ister olmasın

(Fasîh)

(Bu fani gülşenin/bostanın yaprağından da meyvesinden de biz elimizi çektik. Dileklerimizin/arzularımızın meyvesi ister olsun ister olmasın.)

Dünyada peşinden koştuğumuz çeşitli arzu ve heveslerimiz vardır. Bunun nihayeti yoktur. Ömrün ise nihayeti elbet vardır. Bu denklemden anlarız ki hiçbir zaman heva ve hevesler tam olarak tatmin olamaz bu dünyada. Bu konuyla ilgili Hegesias: Hazzın Sonu yazımıza göz atabilirsiniz.


Cân u ten varlık bekâsız bir vedââtdir sana

Sen seni bilmek bahâsız bir saâdetdir sana


El, ayak, dil, göz, kulak kalbe alır kalbe verir

Bu rumûzu anlamak bî-had kerâmetdir sana

(Osman Kemâlî)

(Can ve ten, yani bu varlığın baki değildir, sana veda edecektir. Senin kendini bilmen ise paha biçilmez bir mutluluktur. Elin, ayağın, dilin, gözün, kulağın, kalbine hizmet eder. Bu rumûzu anlayabilmek sana sonsuz bir keramettir, lütuftur.)


Bu dünyaya insan kalmaya değil göçmeye gelirmiş. Gelmesinin bir sebebi de birkaç sorunun yanıtını bulması içinmiş: Nereden geldin? / Neredesin? / Nereye gidiyorsun? / Kimsin? İnsan bu arayışın ve aşkın zevkine dünyada varabilir. Zira dünyadır imtihan meydanı. El, ayak, dil, göz, kulak ve diğer duyu organları kalbe hizmetkardır. Kalp kendini bilmenin merkezidir. Bedenin azaları ise temaşa ve tecrübe ederek kalbin kendini bilmesine hizmet eden araçlardır. Fani dünyadan maksat; göçüp gitmeden evvel kendini bulmaktır. Yoksa burada kalmak değil.


Değil mi evveli nutfe evâhiri cîfe

Bu kâr-hânede gâfil nesine benlik eder

(Hâzık)

(İnsanın öncesi bir nutfe/tohum ve sonrası da ceset değil midir? Bu fani dünyada gafil neden benlik iddiasında bulunur ki?)


İnsan mükemmel surette yaratılmış bir varlık olsa da bunu yanlış anlayıp varlığımızı gözümüzde büyütmememiz gerekir. Misalen burada ismi geçen şairler 'varlığımız' kelimesini kullanmazlardı. Mutlak olan Allah'tır. İnsanın varlığı ise O'nun Vücûd'una bağlıdır. Bir meniden dünyaya geliyoruz. Muhtaç büyüyoruz uzun yıllar ve ihtiyacımız asla bitmiyor. Güçten düşüyoruz ve ölüyoruz. Artık cesediz. Bütün o büyüklenmelerimiz, iddialarımız, asiliklerimiz, baş kaldırmalarımız, 'ben'le başlayan cümlelerimiz artık toprak olmuştur. Böylesine muhtaç bir varlığın tekebbür etmesi şaşırılacak iş değil midir?


Cânını Cânâna virmektir kemâli aşıkun

Virmeyen cân itiraf etmek gerek noksânına

(Fuzûlî)

(Aşık olanın kemal mertebesi canını Cânân'a teslim etmektir. Canını teslim etmeyen kişinin noksanını itiraf etmeli)


Bir yukarıdaki Hâzık'ın beytinde, insanın acziyetinden ve mevcudiyetinin izafiliğinden dolayı benlik iddiasında bulunmasının abes olduğundan bahsettik. Peki can bu acziyetten nasıl kurtulur ve nasıl şeref bulur? Fuzûlî ve nicesine göre teslimiyet ile. Varlığımızın Sahibinin Kim olduğunu bildiğimiz zaman varlık ve benlik iddiasında bulunmayıp O'na teslim etmeli. Gerçi burada bizim irademize kalmış bir durum söz konusu değil. Mesele durumun böyle olduğunun bilincine varmaktır.

Yeter etdin bu fânî zevke rağbet

Efendi âkil ol fikr et me'âli

Dilersen Hazret-i Mevlâ'ya kurbet

İbâdet eylemekden olma hâlî

(Azîz Mahmûd Hüdâî)

(Bu fani zevklerine rağbet ettiğin yeter! Efendi, aklın varsa düşün bu açıklamayı. Allah'a yakın olmak istersen eğer ibadet etmekten geri kalma)


Açıklamaya gayret ettiğimiz beyitlerden sonra elbette neticeye erdirmemiz gerekir meseleyi. Dünyanın faniliğinden ve zevklerin tatmin edilemezliğinden dem vurmakla bitmez bu iş. Hatta orada daha yeni başlarız sanırım. Fânîlikten sohbet açtık madem, yollarınız Bâkî'ye çıksın vesselam.

Kommentarer


  • X
  • Instagram

© KatredenUmmana

bottom of page