“Allah size bir zarar gelmesini diler veya bir fayda elde etmenizi murat ederse O’na karşı kimin bir şey yapmaya gücü yetebilir?” (Fetih Suresi 48/11)
Darr veya durr mastarından türemiş olan ed-Dâr ismi; zarar veren, zararlı şeyleri yaratan ve zarar verilmesine fırsat veren gibi manalara gelir. Nef' kelimesinden türemiş olan en-Nâfi ismi ise; fayda veren, faydalı şeyleri yaratan ve fayda verilmesine fırsat vererek faydalı işlerin meydana gelmesine imkan tanıyan gibi manalara gelir.
‘’Allah’ın doksan dokuz ismi içinde “rahmân-rahîm” gibi anlamları birbirine çok yakın olanlar yanında “dâr-nâfi‘”, “kābız-bâsıt” (rızkı daraltan-genişleten), “muhyî-mümît” (yaşatan-öldüren) gibi karşıt anlamlı ikileme şeklinde kullanılanlar da vardır. Bu sonuncular bir çelişkiyi değil, birbirinin zıddı veya alternatifi olan varlık ve olayların düzenli ve âhenkli işleyişinden ibaret bulunan kâinatın Allah ile münasebetini dile getirir. Bu açıdan dâr ismi, “zarar veren” şeklinde değil “zarar verici olanları da dahil olmak üzere her şeyi yaratan, kâinatı karşılıklı etki-tepki münasebeti içinde düzenleyip yöneten” tarzında anlaşılmalıdır.’’ (TDV İslam Ansiklopedisi)
"Denizde başınıza bir musibet geldiğinde O'ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında yine eski halinize dönersiniz. Zaten insanoğlu nankördür." (İsra 67) Ayetinde de bahsedildiği gibi Allah’a karşı nankör olan insanlar kendilerine bir zarar gelince Allah’a sığınıp bir rahatlık ve fayda geldiği zaman ise bunu kendilerinden bilerek Allah’ı unuturlar. Kula düşen ise hem zararın hem faydanın ancak sonsuz kudret sahibi olan Allah tarafından yaratıldığını bilmek, zararı faydaya yalnızca O’nun çevireceğini fark etmektir. Dolayısıyla hem zararlı hem yararlı durumlarda Ed-Dârr ve En-Nâfi’ olan Allah’a sığınmak gerekir; zararlı durumlardan sakınmak için O’na sığınmalıyız ve yine yararlı işleri nasip edip refaha kavuşturduğu için O’na yönelerek şükretmeli ve fayda nefsimizden değil O’ndan bilmeliyiz.
‘’Sanma ki, zehrin kendisi öldürüyor, yemeğin kendisi doyuruyor; melek, insan, şeytan, felek, yıldız gibi yaratıklardan herhangi biri fayda veya zarar vermeye kadirdir’’ diyor Gazzâlî. Hakikatte zarara uğratan da fayda veren de yalnızca Allah’tır. Yaratılmışlardan fayda verenin faydası izafi bir faydadır; bu faydanın verilmesi için gerekli koşulları ve imkanı yaratan En-Nâfî’ olan Allah’tır. Aynı durum Ed-Dâr isminin manası için de geçerlidir. Bu hakikat Allah’a sığınan kulu rahatlatacak bir hakikattir. Çünkü zarar ve fayda yalnızca Ed-Dâr ve En-Nâfi’ olan Allah’tan geliyorsa o zaman her halükarda O’na sığınılmalıdır. Zarar ve fayda Allah’tan olduğu için Allah dilemeden cin/şeytan/insan vs. ne zarar verebilir insana ne de yarar.
En-Nâfi’ isminin kula sağlayacağı rahmeti fark edebiliyoruz çünkü kulun menfaatini ve faydasını yaratan manasına gelir. Aynı şekilde Ed-Dâr isminde de bir rahmet tecellisi vardır. Kul, yanlış davranışlarda bulunduğu zaman, zulmettiği zaman, kötü planlar kurduğu zaman hülasa günaha ve harama saptığı zaman kendisine bir zarar gelir; haram ve günah işleyince kendisine zarar geldiği zaman yaptığı yanlışı fark ederek bu yanlıştan vazgeçme fırsatı olur. Ed-Dâr olan Allah’tan kullarına zarar eriştirilmeseydi zalimlerin ayağına diken dahi batmazdı. Günah ve haram işleyen kişiye zarar erişmeseydi hatasını fark etmesi mümkün olmazdı. Ayrıca bir Müslümana dünyada gelen meşakkat ve zorluklar onun günahlarına kefaret olup ahiret yükünü hafifletir. Ed-Dâr ve En-Nâfi’ isimleri gibi (yukarıda TDV Ansiklopesi alıntısında değinildiği üzere) birlikte anlaşılabilen isimler asla çelişkilymiş gibi anlaşılmamalıdır. Esmâ’ül Hüsnâ’nın tecelligahı olan mahlukat aleminde bir nizam ve ahenk vardır.
Kulun Ed-Dâr ve En-Nâfi’ esmasından hissesi: Zararı ve yararı mutlak surette verenin Allah olduğunu ve yaratılmışlar arasında zarar ve fayda veren insan/cin/şeytan/hayvan vs. gibi varlıkların vereceği zarar ve faydanın izafi ve sınırlı olduğunu fark etmektir. Bunu fark ettiği derecede kul özgürleşmeye başlar. Çünkü artık ‘’şuradan zarar gelir mi?’’ ‘’şuradan fayda gelir mi?’’ diye vehimlere kapılarak korku içinde yaşamaz ve bu korkulara tutsak olmaz. Bilir ki Allah her an kendisine şah damarından daha yakındır ve kulundan haberdardır; kulunu kuşatmış olan Hayy ve Kayyûm olan Allah’tan zarar ve fayda geliyorsa bir hikmetle gelir. Kul, asla hikmetsiz iş yapmayacak olan Rabbinden zarar da gelse fayda da gelse ‘’hoştur bana Sen’den gelen / Ya gonca gül yahut diken’’ düsturuyla bakar meseleye. Allah dilemedikçe yaratılmışlardan ne bir zerre zarar ne bir zerre yarar gelmeyeceğini bildiği takdirde kulun vehimleri sona erer ve huzurlu bir teslimiyet ile Rabbine yönelir.
Kaynakça;
Esmâ Notlarının kaynakçası için Bkz: Esmâ'ül Hüsnâ Notları: Giriş
Comments